//-->
ANASAYFA ŞİİRLER HİKAYELER RESİMLER EĞLENCE DİNİ BÖLÜM FIKRALAR GİZLİ İLİMLER ATATÜRK  HTML KOD MESAJLAR ROMAN BURÇLAR MP3 DİNLE E-KART KİM KİMDİR İLETİŞİM Z.DEFTERİ

Kılık Kıyafet Kanunu

Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaya çalıştığımız ve uygulanan ilk adımlardan biri olan kılık kıyafet devriminin kurulduğu yıllarda yaşananlar ve kurulma nedenleri....
KILIK KIYAFET KANUNU
Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu'ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek giysi devriminin ilk işaretini verdi. "Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz." diyen Büyük Atatürk, 27 Ağustos 1925'te de İnebolu'da "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir." diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir. Atatürk'ün uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarih ve 671 Sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik, medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan sonra, cüppe ve sarık giymek yasaklanmış, bu kıyafetleri giyme hakkı yalnız din adamlarına tanınmıştı.

Osmanlı İmparatorluğunda belli ve birleşik bir kıyafet yoktu. Memurların, din adamlarının kendilerine göre kıyafetleri bulunuyordu. Halkın ise türlü biçimde kıyafetleri vardı. Mahmut II. devrinde memurlarla askerlerde kıyafet birliğini sağlamak maksadıyla değişiklik yapıldı. Memurlar için setre ve pantalon kabul edildiği gibi yine memurlar ve askerlere kavuk yerine fes giydirildi. O zaman şeyhülislam başta olmak üzere bütün ulema fes giymenin şer'an caiz olmadığını ileri sürerek karşı koymuşlardı. Halkın her sınıfı istediğini başına giymekte özgürdü. İlmiye sınıfı sarıklı fes, tarikattan olanlar türlü biçimde külahlar, halktan bazı kimseler de fes kalpak, keçe külah kullanıyorlardı.

      1903 yılında Abdülhamit II. süvari ve topçu askerlerine kalpak giydirmek istediği vakit, ulema bu defa da kalpak giyilmesine karşı geldi. Esasında ne fesin, ne de diğer kıyafet unsurlarının din ve milliyetle hiç bir ilgisi yoktu. Ulema yenilikten korktuğu için dini çıkarlarını alet ederek karşı geliyordu.

      Cumhuriyet devrinde Atatürk, Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasına taraftar olduğundan medeni kıyafetin kabulünü zaruri buluyordu. 24 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya giden Atatürk elinde bir panama şapka ile otomobilden indi ve halkı selamladı. Kastamonu ve İnebolu'da söylediği nutuklarda kıyafetimizin değiştirilmesi gereğinden şöyle bahsetmiştir:

      "Biz her noktai nazardan medeni olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır."

      "Mllite vazıh olarak bilmelidir ki; medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona bigane kalanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeni ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu muhafaza ve i'la edeceğiz. Refah, saadet ve insanlık bundadır."

      Atatürk'ün Kastamonu gezisinden Ankara'ya dönüşünde kendisini karşılamağa gelen halkın çoğu şapkalıydı. Ertesi gün Atatürk'ün başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu bir kararla şapka giyilmesini bütün memurlar için zorunlu kıldı. Büyük Millet Meclisi 25 Kasım 1925'de şapkanın bütün milletçe giyilmesi meselesini görüştü ve Şapka Kanununu kabul etti. Şapkanın kabulü ile Türk ulusunu medeni uluslardan ayıran şekle ait özelliklerden en önemlisi kaldırılmış oldu.

      Din adamlarının kıyafeti: Osmanlı İmparatorluğunda medrese ulemasının özel bir kıyafeti vardı. Ulema siyah cübbe ve şalvar giyer, başına beyaz sarık sarardı. Sarıklı din adamlarının halk üzerinde oldukça kuvvetli manevi bir etkisi vardı. Zamanla dini vazifeleri olmayan bazı kimseler de sarığın bu nüfuzundan istifade etmeği düşündüler ve sarık sarmağa başladılar. Bu kimseler sarığın gölgesine sığınarak ve dini türlü maksatlarına alet ederek halkı soymağa başladılar. Atatürk bu noktaya değinerek demiştir ki:

      "..Millete hatırlatmak isterim ki, laubaliliğe müsaade etmek asla caiz değildir. Herhalde salahiyet sahibi olmayan bu gibi kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru hükümetin nazarı dikkatine koyacağım."

      İslam halkını aydınlatmak ve doğru yola sevk etmek için birçok tarikatlar kurulmuştu. Bu tarikatların şeyhleri, dervişleri ve müritleri vardı. Bunlar tekkelerde oturur, ayin yapar, zikrederlerdi. Tekke adamları hiç bir iş yapmazlar, halktan sağladıkları gelir ile geçinirlerdi. Bunlar bazen nüfuzlarından istifade ederek halkı hükümete karşı ayaklanmaya teşvik ederlerdi. Nitekim Şeyh Sait ayaklanması, hükümetin çalışmalarını çıkarlarına zararlı bulan Şeyh Sait ve müritlerinin tarikat nüfuzlarını siyasete alet ederek çıkardıkları bir ayaklanmadır.

      Atatürk, bu parazit ve gerici zümrenin kaldırılması gereğini nutuklarından şöyle belirtmiştir:

      "Biz medeniyetin ilim ve fenninden kuvvet alıyoruz, ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımıyoruz. Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptal yapmaktır. Halbuki, halk, meczup ve aptal olmamağa karar vermiştir."
Atatürk'le ilgili diğer makaleleri aşağıdaki linklerden takip edebilir ve sitenize ekleyebilirsiniz..
Atatürk bölümünü sitenize eklemek istiyorsanız bu linke tıklayarak açılan sayfadaki kodu sitenize ekleyebilirsiniz..


 
Bugün 36 ziyaretçi (137 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol